Klasik Dönemde Osmanlı Kadınının Giyim Tarzı / Yrd. Doç. Dr. Sevgi Gürtuna

Faruk

Harbi Üye
Forum Üyesi
Katılım
19 Mart 2019
Mesajlar
8,729
Tepkime puanı
25
Klasik Dönemde Osmanlı Kadınının Giyim Tarzı / Yrd. Doç. Dr. Sevgi Gürtuna


Yüzyıllarca geleneksel ev giysisi olarak iki bölümde incelenebilecek kadın giyim tarzı, yüzyıllara göre genel özelliklerini zedelemeyecek küçük farklılıklar gösterir.1

Sokak giysisi olarak ferace, yaşmak ve her zaman olmamak koşuluyla peçenin kullanıldığı görülür. Ferace, önden açık, bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, yakasının kesimi dönemlere göre biçim değiştirebilen ama XVI.-XVII. yy.'da boyna oturmuş yuvarlak veya hafifçe V yakalı, ön açıklığının iki yanında cepleri olan, sokağa çıkarken giyilen bir dış giyim çeşididir.2 Yaşmak, kadınların sokakta feraceyle kullandığı, genellikle bir parçası baştan çeneye diğer parçası çeneden başa doğru bağlanan iki bölümden oluşan, feracenin üstünden sarkıtıldığı gibi, yakanın içinde de olabilen; zenginlerin ve saraylıların kolalayarak kullandığı beyaz bir örtüdür.3

Gizemli Osmanlı dünyasına ilgi duyan, çeşitli meslek gruplarından gezginlerin gözlemleri ve günümüze kadar gelebilmiş yazılı ve resimli malzeme, belgesel değer taşıması açısından son derece önemlidir. Kadınlar ve giysileriyle ilgili yabancı yazılı kaynaklardan XVI. yüzyılın ilk çeyreğine ait bilgileri, genç yaşta Berberî korsanları tarafından esir alınıp Osmanlı sarayına satılan (1501), Cenevizli Menavino'nun kitabından almaktayız. II. Bayezid ve I. Selim'in padişahlığı döneminde sarayda içoğlanı olarak bulunan ve Çaldıran Savaşı'ndan sonra, kaçarak yurduna dönen Menavino, XVI. yy'ın ilk on beş yılındaki bilgileri kapsayan kitabında,4 kadınların beyaz, ince bezden bir giysi giydiklerini, şehre giderken yüzlerinin önüne at kılından yapılmış bir peçe taktıklarını; fakir kadınların ve kölelerin gözleri gözüksün diye peçe takmadıklarını, diğer kadınların bu konuda dönem kurallarına bağlı davrandıklarını yazar.5

Collège de France'ın ilk İbranice ve Arapça profesörü olan, bunun yanında Yunanca ve matematik dersleri veren; Fransa'da ilk Arapça dilbilim kitabını yayımlayan Guillaume Postel, ilk Fransız elçisi Gabriel d'Aramon'la birlikte 1535'te İstanbul'a gelir. Kral I. François, XVI. yy. gezginlerinin en yetkini olduğu söylenen Postel'den, Osmanlı İmparatorluğu ve İslam dini hakkında bilgiler; ayrıca Fransa Sarayı'nın kitaplığı için de Doğu yazmaları ister. Postel, seyahatnamesinde giysilerle ilgili şu bilgilere yer verir: "Giysilerde kullanılan kumaş, altın ve gümüş satenden, brokardan, damasktan ve çeşitli ipek türlerindendir. Bunlar, zenginlerin ve kentsoyluların durumlarına göre yeğledikleri kumaşlardır; çünkü kentlerde yoksullar, köylüler denli kötü giyinmektedir. Giysileri kıvrımsız ve yere kadar uzundur. Türkler başlarını, kafanın etrafından bağlanan örtüyle örterler. Hotoza altın ya da gümüşten, bazen de altın veya gümüş karışımı yarı ayak uzunluğunda, başın önünden sarkan, elbisenin içine sokmadıkları bir kumaş parçası takarlar; bu, yüzlerinin görülmemesini sağlayacak biçimde, gözlerini ve başın kalan bölümlerini örten, ince siyah serj veya etamin, koyu siyah ipekten yapılmış, işlemeyle süslü bir parçadır. Kadınların tümü kente giderken giysilerinin üstüne beyaz, güzel bir kumaştan örtü örterler. Bu giysi kadınların birbirinden ayrılmasını olanaksızlaştırır; öyle ki, kadınlar bir arada bulunduklarında kocaları kendi karılarını tanıyamaz. Hem kadınlar, hem de erkekler üstten bağlanan ve alttan sıkılan küçük papuç giyerler. Bütün bunlar yalnızca kentsoyluların giysileridir. Tatarlarla Türkler birbirlerine son derece benzer; bu benzerlik giysilerde daha da belirgindir. Özellikle başlıklarda sürek avı giysileri modası öncü bir rol oynar. Bu tür başlıklar daha yüksek, daha sivri genellikle ipek ya da ince bir kumaşla bağlanırlar. Bu kumaşın cinsi Polonyalılarda ya da eski moda anlayışında olduğu gibi zenginliğin göstergesidir".6

Seyahatnamesinde yazdıklarına dayanılarak 1537-1540 yılları arasında Enderun'da içoğlanı olduğu sanılan İtalyan Luigi Bassano'nun yaşamı konusunda pek fazla bilgi yoktur. 1541'de İtalya'ya dönen Bassano, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'ndeki İstanbul'un günlük yaşamından söz eder.7 Bassano Türk kadınının sokak giysileri konusunda şunları yazar: "Sokağa çıkarken, hırkanın üstüne bembeyaz ketenden bir giysi, tırnaklarına kadar uzun ve dar yenli bir gömlek giyerler. Türkiye'de ne erkekler ne de kadınlar eldiven kullanmazlar. Başın etrafında, boynu saran, gözleri kapatan bir örtü sararlar. İnsanları görmek ama onlar tarafından görülmemek için bir karış genişliğinde peçe takarlar; peçe alnın üstünden üç tokayla başa tutturulur. Sokakta kadın kadına karşılaştıklarında yüzlerindeki peçeyi kaldırıp, öpüşürler. Türk erkekleri çok kıskanç olduklarından kadınların tırnaklarına kadar örtünmesini isterler".8

1535 tarihini izleyen yıllar, Osmanlı İmparatorluğu'yla Fransa arasındaki siyasi ilişkiler açısından önemli bir dönemi oluşturur. Alanlarında uzmanlaşmış kişilerden oluşan bir elçilik heyeti, Fransa Kralı II. Henri tarafından, Osmanlı halkının yaşamı ve çeşitli konularda inceleme yapmak amacıyla İstanbul'a gönderilir. İkinci kez İstanbul'a gelen Fransız elçisi Gabriel d'Aramon'un yönetimindeki heyetteki görevlilerden biri olan Nicolas de Nicolay'ın seyahatnamesi, görsel malzemenin zenginliği yönünden, XVI. yy. Osmanlı giysisi hakkında en fazla bilgiyi veren yabancı yayındır. Eylül 1551'de İstanbul'a gelen ve bir yıl kalan Nicolay, Türk giysilerini, modelden, aslına sadık kalarak, gençliğinde öğrendiği ressamlığın sayesinde kendisinin çizdiğini belirtir; yazdıklarının ve çizdiklerinin doğruluğunu, yetkili kişilere sorarak sonuçlandırdığını vurgular. Kitabında yararlandığı kaynakları ve çizim yöntemini de anlatan Nicolay; saraydan, Barbaros Hayreddin Paşa'nın eski hadımlarından Ragusa'lı Zafer Ağa ile dostluk kurduğunu, çocukluğundan beri sarayda yetiştirilmiş olan bu kişinin, saraylı kadınların giyim-kuşamlarını çizmesi için ona yardım ettiğini; model olarak, iki sokak kadınını Bedesten'den aldırttığı giysilerle, saraylı gibi süslediğini yazar.9 Gerçek yaşamda yaptıkları uğraşa göre daha onurlu bir meslek olan modelliği belli bir ücret karşılığında kabul eden bu kadınlar, göz alıcı giysiler giyip poz vermişlerdir.10 İlk baskısı Fransızca olarak yayımlanan seyahatnamenin, XVI. yy. giysi tarihi açısından önemli bir belge olması nedeniyle çeşitli dillere çevirisi yapılmıştır. Nicolay'ın gravürleriyle değer kazanmış bu yapıtın, 1572'de Nürnberg'de yapılan Almanca baskısında, resimler ilk baskıdan kopya edilmiş ve renklendirilmiştir. İçinde 60 gravür bulunan kitap, giyim-kuşam albümlerine ve modaya gösterilen ilginin artmasına neden olmuş; yüzyılın ikinci yarısında basılan giyim-kuşam albümlerinin birçoğunda Türk giysilerine de bölümler ayrılmış ve Nicolay'ın çizimleri örnek alınmıştır.11 Nicolay'ın betimlediği sokak giysileriyle Türk kadınları çizimlerindeki ortak özellikler, üst kısmı vücuda oturan, önden bele kadar ilikli, alt kısmı açık bırakılmış bol kesimli, uzun veya kısa yenli feraceler; başı, boynu örtüp, omuzlardan arkaya sarkıtılmış uçları püsküllü yaşmaklardır. Gravürlerde sokak giysileriyle görülen betimlemelerdeki kadınların yüzünde peçe yoktur.

Manuel y Serrano Sanz'ın 1905'te Madrid'te yayımladığı ilk baskıda ve sonraki çeşitli baskılarda yazarı Cristobal de Villalon olarak gösterilen, 1980 baskısında yazarının Malta şövalyelerinden Juan de Ulloa Pereira olduğu ileri sürülen, Marcel de Bataillon'un yaptığı incelemelerdeyse Andreas Laguna adında bir doktor tarafından kaleme alındığı anlaşılan12 Viaje de Turquia adlı seyahatnameyse, üç kişi arasındaki söyleşiden oluşur. Kitabın yazarı konumunda olan Pedro, 1552 yılının İstanbul'undaki kadın giyimiyle ilgili, ülkesindeki arkadaşları Juan ve Mata'ya şunları aktarır: "Kadınların büründükleri çarşafların renkleri ve kumaşları değişebilir; kimi bu renk kimi şu renk, kimi ipekli kimi çuhadan.13 Kadınların baş örtüleri bir yana, erkekleri kadınları hep bir çeşit giyinirler. Bizde olduğu gibi boyuna giysi değiştirmezler. Koca erken kalkarsa karısının, kadın erken kalkarsa kocasının elbiselerini giyebilir. Terziye bir elbise ısmarlarken, modeli sorun olmaz, aslında elbiseyi süslemezler; yalnız üste giyilene pek ince bir astar geçirirler. Terzi ölçü almaz, yalnızca diktirecek adamı görür veya örnek olarak kendisine başka bir elbise gösterilir. Terzileri de pek ucuz ve ustadır. Elbiseyi baştan aşağı dikerler; böyle olunca, elbise hem güzel oturur hem de iki kat dayanıklı olur (o devirde Avrupa'nın birçok yerinde elbisenin pek az kısmı dikildiği, dikilmeyen kısımların tutturulduğu; bu nedenle elbisenin dikişi ne kadar çok olursa o kadar değer kazandığı belirtilmektedir).

Türk kadınları saçlarını uzatarak, omuzlarının üzerine dökerler; alınlarının üstünü bizim papazlar gibi kırparlar. Başlarına sırma işlemeli, dört köşe, buruşmasın diye sertçe, zarif bir hotoz kondururlar. Uçlarını çenenin altından düğümleyerek, hotozun ön tarafını örtmeyecek şekilde bir yemeni bağlarlar. Bunların üzerine altın sırma ile işlenmiş bir tül atarlar. Alınlarına klaptandan tacı andıran bir şerit sararlar. Tülü boyunlarına iki veya üç kez dolarlar ve sık sık düzeltirler. Varlıklı olmayanlar bile, değerli taşlarla süslü altın gerdanlık, bilezik ve küpe takabilirler, çünkü taşlar ucuzdur; broştan hoşlanmazlar. Hamama veya düğüne gittiklerinde bile, üzerlerine 2000 duka değerinde altın ve mücevher taşıyanlara rastlanır. Orada samur ve zerdeva, buradaki kuzu derisinden boldur. Bütün Türkiye'de, Hıristiyan, Müslüman soğuklar bastırınca kürk giymeyen az bulunur. Kürk aramaya çıkarsanız, dünyada ne kadar çeşit varsa, hepsini görüp öğrenmiş olursunuz. İyi bir zerdeva 20-30 riyal; samur 100-150; köstebek 7, hem de zerdevayı andırır; tavşanla kül renginde ve havı bol kır faresi 4; erkek tilki 3; kuzu 2; en ucuzu olduğundan çok kimsenin aldığı çakal 1 duka eder ve havı erkek tilkininkine benzer.14

Yabancı ülkeler hakkında bilgi toplayan bir kuruluşta muhasebeci olarak çalışan Hans Dernschwam ise seyahatnamesinde, kadınların sokağa çıktıklarında başlarına, önünde küçük bir düğme olan ipekten ve altın süslemeli yuvarlak bir başlık taktıklarını yazar. Başlığın üstüne iyi cins müslinden veya beyaz basmadan sırtlarını da kaplayan bir eşarp örttüklerini; bu eşarbın ön yüzüne bir karış uzunluğunda ve genişliğinde, tüm yüzü kapatacak, ancak görmeyi de önlemeyecek ince, siyah, ipek bir tül iliştirildiğini; kadın giysisinin üstünün erkeklerinkinin benzeri olduğunu; çok zarif ve şık, bağcıklarla bağlanan, yakasız ve düğmesiz ceketler giydiklerini; yoksullarınki dışında bu ceketlerin ipekten ya da kadifeden olduğunu; ceketin altına kadınların torba biçiminde bol, genellikle taftadan pantolon giydiklerini; ayaklarındaysa, deriden kırmızı, sarı, kahverengi veya mavi, topukları çivili terlikler bulunduğunu ve bu terliklerin ucunun Avrupalılarınkine göre daha dar olduğunu ve kolayca giyilip çıkarıldığını; kadın hizmetkarlar ve kölelerinse yalnızca gözlerini açıkta bırakan, çarşaf gibi beyaz bir kumaşla sarındıklarını yazar.15

Avusturya elçisi olarak üç kez İstanbul'da bulunan Flaman kökenli Ogier Ghiselin de Busbecq, ülkesindeki arkadaşına yazdığı mektuplardan birinde, kadınlar sokağa çıkmak zorunda kaldıklarında, son derece örtülü ve kapalı olduklarından onları bir hayalet sandığını; kadınların insanları keten yahut ipek peçeler arkasından gördüklerini, fakat vücutlarının herhangi bir bölümünü erkeğin görmesinin olanaksız olduğunu yazar.16 1555'te Busbecq'le birlikte Türkiye'ye gelen ve 1559'a kadar kalan Danimarkalı ressam Melchior Lorichs, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'yle ve Osmanlı yaşamıyla ilgili yapıtlar bırakmıştır.

1573 yılında İstanbul'da bulunan Fransız gezgini Philippe du Fresne-Canaye, kadınların sokak giysilerinin şıklıktan uzak olduğunu düşünür: "Kadınlar hamama giderken Pera'dan geçerler; halayıkların ellerinde bohçalar olur. Genellikle siyah ya da kırmızı ferace giyerler, bu rengin dışında bir feraceyi pek az kullanırlar. Sokakta ayakkabı yerine, mavi, sarı, kırmızı, altları kabaralı botlar17 giyerler. Siyaha boyanmış deve tüyünden bir kumaşla yüzlerini titizlikle saklarlar ve işlemeli bir kumaşla boyunlarını örterler; bu nedenle güzel kadınlarla çirkinleri ayırt etmek olanaksızdır. Yüzlerini görmek söz konusu olmadığı için güzellikleri konusunda ancak sesleri ya da ince ve narin ellerine bakılarak bir fikir sahibi olunur; eldiven kullanmamalarına karşın her zaman ellerini görmek de olası değildir; çünkü ellerini giysilerin altına saklarlar. Türk kadınlarını sokakta yürürken gördüğüm gibi resimleme olanağı bulamadığımdan dolayı üzgünüm. Eğer bunları resimleyebilseydim, bu çizimlere bakan hiç kimse kalkıp da Venedik'ten bu kadınları görmek için yollara düşmezdi. Giysiler de o denli ağır ve şıklıktan yoksun ki, en şiddetli tutkuları bile köreltebilir. Ama, kadınlar evlerine varır varmaz üstlerindeki bu gülünç kılıktan sıyrılmakta, gözlerini örten insafsız peçeyi kaldırmakta ve o denli sevimli ve güzel bir entari ile kalmaktadırlar ki, bir an yaldızlı bir şafak parıltısının gecenin koyu karanlıklarını kovduğunu ve gün ışığının parlaklığını getirdiğini düşünebilirsiniz.

Kuşkusuz bu kadınlar yumuşakbaşlı, ince ve naziktirler. İpek üzerine altın işlemeli giysiler kullanırlar. Gözlerinin rengi siyah olduğu için saçlarını çeşitli yollarla siyaha boyarlar; ama bu siyah renk Venedikli kadınların sarışın örgülerinden daha az parlak değildir. Fransız kadınlarının yaptığı gibi perçem ya da lüle yapmazlar, yanağın ortasına kadar inen zülüf bırakırlar. Çorap giymezler, ellerine ve bileklerine olduğu gibi ayaklarına da son derece pahalı halhal takarlar. Uzun sorguçlu ve yaldızlı başlıklar kullanır; göğüslerini ölçülü bir biçimde açarlar. Göğüslerini ne Fransız kadınlarının yaptığı gibi sıkar ne de Venedikli kadınların yaptığı gibi iri gösterirler. Giysileri kendilerini olduklarından farklı göstermek için değildir, yalnızca örtünmek işlevi taşır". 18

1577-1581 yılları arasında İstanbul'da papaz olarak bulunan Salomon Schweigger, kadınların saydam ipekten ya da başka tür iyi cins bir kumaştan bol şalvar, bunun üzerine aynı incelikte iyi cins kırmızı, sarı veya mavi bol bir elbise giydiklerini; bol elbisenin üzerine, üstlerine tam oturan ve dizlere kadar uzanan, işli ve ipekten bir manto; bunun üzerine bir de şam ipeğinden uzun manto aldıklarını yazar. Başlarına altın sikkelerle süslü, küçük ipek bir şapka taktıklarını, siyah ipekten bir kurdelenin şapkayı çevrelediğini; yarı saydam bir peçe takarak yüzlerini sakladıklarını, soyluların hanımlarının hep peçeli gezdiklerini, kadınların en büyük zevkinin iyi giysiler giymek ve sokakta gösterişli görünmek olduğunu, yalnızca çok yoksul kadınların baştan aşağı ipeklere bürünemediklerini belirtir. 19

XVI. yy.'ın sonu XVII. yy.'ın başının tanığı olan Fynes Moryson, seyahatnamesinde20 kadın giyiminden şöyle söz eder: "Kadınlar, ince bezden elbiseler giyerler; bilekleri, etekleri, ipek iğne işi ile işlenmiştir. Bunun üstüne giydikleri, yine iğne işi süslü, uzun, kolları ve göğüsleri dar mantoları, boyunlarını çıplak bırakacak biçimdedir. Çorap ve ayakkabıları, çoğunlukla açık renk, deriden, altın ve gümüşle, eğer daha zengin ve önemli bir kişinin karısı iseler, mücevherlerle süslüdür.21 Saçlarını alışılmamış bir biçimde örüp, inci, altın çiçekler, mücevherler ve ipek iğne oyaları ile süslerler".22 Diğer bütün yabancılar gibi, Moryson da, Osmanlılarda kadınların giysileri ile erkeklerin giysilerinin çok benzediğini, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaptığı gezi süresince nereye giderse gitsin hiçbir Türk kadınını evinin dışında başı açık görmediğini yazmadan geçemez ve tanımlamalarına şöyle devam eder: "Bellerine ipek veya ketenden yapılmış geniş bir bağı iki-üç kere dolarlar, bazen de altın veya gümüş tokalı ince deriden bir kemerle bellerini sıkarlar. Pantolon yerine uzun yünlü bir entari giyerler, gömleklerini bunun üzerine çıkarırlar. İç çamaşırı olarak çok ince keten veya pamukludan yapılmış koyu bej rengi, ama tertemiz uzun don giyerler, çorapları için diz bağı kullanmazlar. Giysiler, genellikle İngiltere veya Venedik'ten gelen satenden veya jorjet gibi ince kumaşlardan ve şam ipeğinden yapılır. Paltolar İngiltere'den getirtilen, dar giysilerde soğuğu, bol giysilerde de ısıyı geçirmediği için çok tutulan, siyah tavşan kürküyle astarlanır. Müslümanlar, Hıristiyanlar tarafından çok giyildiği için, siyah rengi hiç sevmezler."23

Osmanlı nakkaşlarının ürünleri olan minyatürler, birçok alanda olduğu gibi, Müslüman ve gayrimüslim kadınların toplumdaki konumları ve giysileri konusunda da belgesel değer taşır. XVI. yy. saray şahnamecisi Lokman b. Seyyid Huseyn al-Aşuri al-Urmevi tarafından Farsça ve manzum olarak yazılan şahname-i Selim Han'da, Sultan II. Selim Dönemi'nin olayları anlatılır. Hattat İlyas Katip tarafından 1581'de yazılan ve 158 yapraktan oluşan yazmada 44 minyatür vardır.24 TSMK A. 3595'de kayıtlı olan yazmada yer alan minyatürlerden birinde, Divan'da, kadınların saraya gelip sorunlarını aktarmaları konu edilmiştir. Çok sayıdaki erkeğin arasında, başları ve boyunları beyaz yaşmakla örtülü iki kadın görülmektedir. Öndeki kadın pembe feracelidir; çocuklarından biri kucağındadır, diğerinin elinden tutmuştur. Lacivert giysili kadının başı yana dönüktür ve yanındaki kişiyle konuşuyor izlenimi vermektedir. Sadrazam ve vezirlerin önünde bulunan, pembe giysili kadının kulak hizasından bir tutam saçının gözükmesi, kadınların yüzlerinin açık olması, örtünmenin bugün sandığımız kadar katı olmadığını gösterir niteliktedir.

Sultan III. Murad'ın, oğlu III. Mehmed için 1582 yılında Sultanahmet Atmeydanı'nda düzenlettiği 52 gün 52 gece süren görkemli sünnet düğününü anlatan ve minyatürleri Nakkaş Osman yönetimindeki bir ekip tarafından yapılan Sûrname-i Humâyûn'un yazarı belli değildir ve tarihsizdir. TSMK H. 1344'te kayıtlı, 432 yapraktan oluşan yazmada 427 minyatür vardır.25 İbrahim Paşa Sarayı'ndan düğünü izleyen padişah ve şehzadesinin sol sayfada; saray ve elçilik görevlileri ile halkın sağ sayfalarda gösterildiği yazmada, çeşitli gösteriler yaparak geçen esnafı ve düğünü izleyen halkı temsil eden figür grubu içinde kadınlar da yer alır. Genellikle ön sırada yer alan kadınların, her renkten ferace giydikleri ve bazılarının yüzlerine peçe örttükleri görülür. Daha önce minyatürlerde siyah peçeli kadınların görülmediği hatırlanırsa, bu modanın Araplardan geldiği ve yaygınlaştığı düşünülebilir.

Aynı tarz giyimli kadınlar Hünername minyatürlerinde de yer alır. TSMK H. 1523-1524'te kayıtlı olan iki ciltlik yazma, Seyyid Lokman tarafından yazılmıştır; minyatürler Nakkaş Osman ve ekibine aittir ve birinci cilt 1584'e tarihlenir. Bu ciltte saray törenleri, eski Türk tarihi, Yavuz Sultan Selim'e kadar olan padişahların tahta çıkışları, zaferleri ve hünerleri anlatılır. 1588'e tarihlenen ikinci ciltte ise, Kanuni Sultan Süleyman'ın hünerleri, adaleti, zaferleri, ölümü ve devrin önemli olayları anlatılır.26 Sultan III. Murad'a sunulan yapıtın ikinci cildinde, iki ayrı sahnede kadın figürleri yer alır. Sultan Süleyman Han bahar mevsiminde Bağdat civarında avdayken, bir kadının padişah'a sepet içinde nar hediye etmesinin anlatıldığı sahnedeki kadının giysisi beyazdır. Bir elinde içi nar dolu sepeti tutan beyaz giysili kadın, karşısındaki sakallı yaşlı kişiyle konuşmaktadır. Başını ve boynunu kapatan beyaz yaşmağı, gözlerini ve burnunu açık bırakacak biçimde bağlanmıştır. Aynı yazmada bulunan bir başka sahnede dört kadın figürü yer alır. Bir şikayet anının betimlendiği bu minyatürdeki kadınlardan biri, bir çift öküzün çektiği arabanın içindedir ve kucağında çocuğu vardır. Ellerini uzatarak konuşan soldaki şikayetçi kadının yaşmağından saçları gözükmektedir. Sağdaki iki kadın ellerini feracelerinin kollarının içine sokmuş sessizce durmaktadırlar. Sessiz durduklarında elleri gizli olan kadınların, konuşurken ellerini göstermekten sakınmamaları bu konuda bir yasak olmadığını, saygı gereği kadınların ellerini gizlediklerini düşündürür. Kadın figürlerin hepsinin yüzlerinin açık olması, yaşmak bağlama biçimleri ve dış giysileri, dönemin kadın giyim-kuşamı konusunda önemli ipuçları verir.

Günümüze ulaşan giysiler ve betimlemeler, kadınların ev giysilerinin, vücudun alt kısmına giyilen ve çeşitli biçimlerde olan şalvarlar; topuklarına kadar inen, uzun yenli bürüncükten gömlekler, kısa veya uzun yenli hırka-ceketler ve yine uzun ya da kısa yenli olabilen genellikle yakasız, önden açık üstlükler-entariler olduğunu göstermektedir. şalvarların, dar, bol, diz boyundan bileğe kadar değişik uzunlukta olanları, paçaları dar ve bol olanları, bileğe göre düğmeyle ayarlanarak daralanları vardır. Ayrıca kalçın denilen, kumaştan dikilmiş, uzun çorap biçiminde olanlarına da rastlanır. şalvarların belinde, 5 cm yüksekliğinde, içinden uçları işlemeli uçkurlar geçirilen uçkurluklar bulunur.27

Yabancı yazılı kaynaklardan XVI. yy.'a ait ilk bilgileri veren İtalyan Menavino, kadınların ev giysileri hakkında şunları yazar: "Öncelikle, kadınların gömlekleri erkeklerinki gibidir; ama yakası, kolları ve tüm kenarları işlidir. Çoğunun hoşlandığı gibi taftadandır ve canlı kırmızı, yeşil ya da başka renklerdedir. Giysileri, kenarları kabartmalı süslemeli ipektendir; çok ince kumaştan astar geçirilmiştir.
 

HarbiMekân

Kurucu Admin
Harbi Üye
Katılım
13 Mart 2019
Mesajlar
8,257
Tepkime puanı
229
Entarinin üst kısmı dardır, yakası oldukça dekoltedir, önü yukarıdan aşağıya açıktır; bellerine altından kemer, ipekten işlemeli kuşak takarlar. Ayaklarına mercan kırmızısı ve diğer renklerde deriden, son derece şık, sırmalı şam işi, işlemeli güzel ayakkabılar giyerler.28 Türk kadınlarının saçları uzun ve genellikle örgülüdür. Başlarına, omuzlarına kadar inen, taftadan bir örtü örtüp, üstüne çok sayıda altın ve mücevherle süslü, soyluluk belirleyen bir başlık takarlar. Bunlar, evin yaşlı hanımlarının, evli, dul soylu kadınların baş giysisidir. Diğerlerininki gümüş kaplı, ucu sivri ve üç karış yükseklikte; unicorn'a benziyor".29

XVI. yy.'ın diğer İtalyan tanığı Luigi Bassano ise Türk kadınının ev giysileri konusunda şunları yazar: "Türkiye'de kadınlar, özellikle Hıristiyanlar, Türkler ve Yahudiler gibi, son derece süslü ipekliler; erkekler gibi, yere kadar uzanan ceketler, şalvarlar ve altları kabaralı çizmeler giyerler. Gömlekleri, beyaz, kırmızı, sarı, türkuaz ve buna benzer renklerde, çok ince yelken bezindendir. Başlarına dik oturtulmuş, yuvarlak küçük bir tepelik giyerler; atlas ve damask kumaşla kaplıdır ve hepsi birbirine benzer renktedir; altına bir eşarp tutturulmuş ve kimisi bu eşarbı beyaz bir tepelik ile takıyor, üstüne de ipekten başka bir takke giyerler. Bu takke, yarım karış kadar yüksekliktedir; bunu başka ülkelerde de görmüştüm. Kemerleri ipekten, erkeklerinkine kuşak denir. Yüzük, bilezik, altın zincir gibi kadın takıları çok hoşlarına gider, küpe takmayı pek sevmezler."30

Nicolas de Nicolay'ın seyahatnamesinin ikinci İtalyanca baskısı 1580 tarihinde Venedik'te yayımlanır ve bu baskıda kitaba 7 desen daha eklenir. 1567-1568 Fransızca baskılarındaki II. Henri'nin izin belgesine dayanılarak, bu ek desenlerin Nicolay'ın Türkiye Seyahatnamesi için hazırladığı özgün desenler olmadığı düşünülmektedir.31 Bu desenlerden biri olan Evinde Türk Kadını betimlemesi, o dönemde birçok ressama esin kaynağı olmuştur. Lambert de Vos'a ait 1574 tarihli albümdeki32 kadın, Jacopo Ligozzi'nin betimlemesi33 ve Pietro Bertelli'nin 1591 tarihli albümündeki kadının giysileri, ayrıntılar dışında aynı özellikleri taşırlar: Üç hanım da küçük bir halı üzerinde bağdaş kurmuş biçimde yana bakarak oturmaktadırlar; halının hemen yanında nalınları yer alır. Ligozzi, her figürünün yanına mutlaka Doğuya özgü olduğunu düşündüğü bir hayvan betimlemesi yerleştirmiştir; bu nedenle kadının yanında, pirelerinden temizlenmeye çalışan bir köpek görülür. Hanımların üçünde de aynı takılara rastlanır: Kulaklarında, boyunlarında taşıdıkları gerdanlıkla takım olan küpeler; kollarında bilezikler; ayak bileğinde halhal; belde kemer. Başlıklarına değişik tüyler takılmış olan kadınların hotozlarının yükseklikleri farklıdır. Kadınların sokak giysisini şıklıktan ve incelikten uzak bulan Fransız gezgin Fresne-Canaye, onların evlerine varır varmaz son derece sevimli, ipek üzerine altın işlemeli güzel bir entari ile kaldıklarını belirtir.34

Sultan III. Murad, XIV. yy.'da Erzurumlu Darîr'in yazdığı, Hazreti Muhammed'in yaşamını konu alan Siyer-i Nebî'nin bir kopyasının hazırlanmasını ister. Yapıtın minyatürlenmesi sultanın ölümünden sonra bittiğinden, yapıt oğlu III. Mehmed'e sunulur. Bazı erkek giyimleri dışında Osmanlı giysilerini, eşyalarını ve çevresini yansıtan, toplam 814 minyatürü kapsayan altı ciltlik yazmada minyatür sanatçıları, Hz. Muhammed Dönemi konusunda bilgileri olmadığından, yaşadıkları yüzyılın giysi ve çevre özelliklerini minyatüre aktarmışlardır.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi H. 1221'de kayıtlı, 499 yapraktan oluşan ikinci ciltte yer alan ve Hz. Muhammed'in aile büyüklerinin Hatice'yi istemeye geleceklerinin haber alınması üzerine Hatice'nin evinin süslenmesini konu alan minyatürde,35 karakteristik Türk odası özellikleri taşıyan bir iç mekan betimlemesi yer alır. Genç hanımların değişik renklerdeki entarileri, şalvarları, tokalı kemerleri, fes biçimli başlıkları ve başlıklarının üzerine örttükleri beyaz örtüleri, XVI. yy. Osmanlı Müslüman kadınının ev giysisinin özelliklerini yansıtır.

Bütün zamanını haremde geçiren, hiyerarşik düzen içinde yaşamak zorunda olan saraylı kadının giysisi, halkın giysisinden daha özenliydi. Saray giysileri ve mefruşat için kullanılan kumaşlar, çoğunlukla hassa nakkaşlarınca hazırlanan desenlere göre saraydaki özel atölyelerde dokunurdu.36 Osmanlıların siyasi ve iktisadi yönden çok güçlü konumda olduğu, Klasik Dönem olarak bilinen XVI. yy.'da, dokumacılık da İmparatorluğ'un gücüne koşut olarak en güzel ürünlerini vermiş, ipekli dokumalara katılan altın ve gümüş alaşımlı tellerle bu kumaşların değeri daha da artmıştır. Ayrıca Batının ünlü dokuma merkezleri Venedik, Cenova, Fransa'nın yanında; ipeklileriyle ünlü Hint, Çin, Uzakdoğu ve Yakındoğu ülkelerinden diplomatik ve ticari yolla, kumaşlar ve dikilmiş giysi de gelirdi.37

Nicolay, sarayda yaşayan kadınla sıradan kadının en büyük farkının baş örtme biçiminde olduğunu söyler; basit bir başlık giyen sıradan kadın yerine saraylı kadının taç taktığını, bu tacın üzerinde ve arka tarafta küçük plise bir krep olduğunu, başlığın çevresine omuz hizasına kadar sıkan taftadan, başlığı iki kere çevreleyen bir tür kordonun yer aldığını yazar ve ekler: "Genellikle açık olan gerdan, son derece zengin bir kolyeyle süslenir. Entariler, altın işlemeli, kıvrımlı kumaştandır. Kadınlar bedenlerini göstermezler, ama elbise vücut hatları hakkında fikir verir. Bacaklarını neredeyse yarı yarıya kadar açabilirler; tam çekilmemiş, ayaklarını örtmeyen bir tür çorap görülür, üst tarafı incilerle süslenmiştir. Bu da bu giysinin süslenme amacını taşıdığını tartışmaya yer bırakmayacak biçimde belirtir. Padişaha takdim edildiklerinde bunu giydiklerinden sık giyilen bir giysi olmadığını gösterir".38 Nicolay'ın Haseki Sultan gravüründeki en dikkat çekici giysi parçası kuşkusuz başlığıdır. Resmin açıklamasında da "taç" olarak tanımlanmış olan bu baş giysisinin altından, kenarları şeritli bir kumaş parçası bele kadar uzanmaktadır. Önden açık, sarı üzerine siyah desenli entarisinin yakası V kesimlidir. Belindeki yeşil-beyaz kalın kemere kadar ilikli olan entarinin alt bölümünün etek uçları kemerin kenarına sokulmuş, böylece entarinin mavi astarının ve altındaki gömleğin desenlerinin görülmesi sağlanmıştır. Entarinin ön açıklığından ve kollarından görülen, Osmanlı geleneksel giyim tarzında genellikle beyaz olan gömleğin üç ayrı desenden oluşması ve yeşil astarı, saraydaki kadınlar arasındaki düzen içinde önemli yeri olan Haseki Sultan'ın ayrıcalıklı konumunu belirginleştirmek için olmalıdır Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan günümüze ulaşabilmiş örneklerden III. Murad'ın Safiye Sultan'dan olan kızı Ayşe Sultan'a ait entari, XVI. yy.'ın son çeyreğine tarihlenir. Gümüş yaldız üçbenek motifi baskılıdır ve mavi ipekli taraklı canfes kumaştan dikilmiştir. Yakasız, aşağıya kadar oyuk dekolteli, önü bele kadar ibrişim düğme-birit iliklidir. Entarinin yenlerine, yaka, etek ve ön açıklığının içine aynı kumaşın turuncusundan bant çevrilmiştir. Eteğinin arka ve ön parçalarının her iki

tarafına ek (peş) konulmuştur; boyu 130 cm'dir. Ayşe Sultan'ın 1605'te ölümüyle bazı giysileri ve gümüşleri saraya alınmıştır.39 Gümüş telli seraser kumaştan dikilmiş XVI. yy.'a tarihlenen başlık, mavi ipek karanfillerle krem renginde çiçeklerle süslüdür ve içinde telle işlenmiş altı yapraklı çiçek vardır; turuncu astarlıdır.
 

HarbiMekân

Kurucu Admin
Harbi Üye
Katılım
13 Mart 2019
Mesajlar
8,257
Tepkime puanı
229
1503-1504 tarihli İstanbul saraylarına ait muhasebe defterlerinde, kadın giysilerinin kumaşları, renkleri ve biçimleri konusunda bilgilere rastlanır. Örneğin, saraydan, Cem Çelebi'nin kızına tafta astarlı, altınlı kumaştan etekli bir entarinin ve kırmızı desenli Firengi kadifeden ve Firengi çatmadan entarilerin; Hatice Hatun'un kızı Hanzâde Hatun'a Firengi çatmasından yaldızlı atlas, tafta astarlı altınlı kumaştan etekli entarinin verildiği kayıtlıdır. Ayrıca, bazı kişilerin eşlerine ve kızlarına, başsağlığı için tafta astarlı, altınlı etekli desenli Bursa çatmasından kadın entarileri gönderildiği kaydedilmiştir.40

XVII. yy.'da bir önceki yüzyıla göre sokak giyiminde büyük bir farklılık olduğu söylenemez. Geleneksel özellikli ferace ve yaşmak egemenliğini sürdürürken, fes biçimli hotozlar yerini altı dar üstü geniş hotozlara bırakır. Gezginlerin gözlemleri de bu yöndedir. 1639 yılında İstanbul'da bulunan ve XVII. yüzyıl gezginleri arasında, İstanbul kenti, saray adetleri hakkında en iyi bilgiyi verdiği söylenen Fransız Du Loir, kadınlarla ilgili şunları yazar: "Kadınlar dışarı çıktıklarında erkeklerde olduğu gibi, manto yerine geçen ikinci bir giysi giyerler; bunun yenleri o kadar uzundur ki, yalnızca parmak uçları gözükmektedir. Sokakta bu giysinin bir yanını tutarak, ön taraftan diğeriyle kavuştururlar. Saçları, başlarını alınlarına kadar örten beyaz bir kumaşın altında saklıdır; alttan gelen başka bir kumaşsa, yalnızca yaşlı kadınların açıkta bırakmaya haklarının olduğu burnu örter. Genç kadınların gözlerini bile gösterme özgürlükleri yoktur ve at kılından yapılmış siyah bir peçe takarlar".41

Varlıklı bir aileden gelen Fransız gezgini Jean Thevenot, 1655'te İstanbul'a ulaşır; 9 ay İstanbul'da kaldıktan sonra Bursa, İzmir, Ege adalarını gezip Kudüs'e gider. Yalnızca bu gizemli Doğu ülkelerini görüp yeni şeyler öğrenme isteğinde olan Thevenot'nun ticari ve siyasi amacı yoktur. Seyahatnamesinin kadınlarla ilgili bölümüne bakıldığında, 1639'da İstanbul'da bulunan Fransız gezgini Du Loir'daki bilgileri farklı sözcüklerle anlattığı, bazı ayrıntılar eklediği görülmektedir: "Kadınlar sokağa çıktıklarında erkeklerinki gibi ferace giyerler; bunun yenleri o kadar uzundur ki ancak parmaklarının ucu görülür. Sokaklarda feracelerinin bir ucunu ön tarafta, biri diğerinin üzerine gelecek şekilde tutarlar. Ayakkabıları erkeklerinki gibidir. Dışarı çıktıklarında yaldızlı kartondan bir başlık takarlar; bu başlık oldukça yüksektir ve üst kısmı alt kısmından daha geniştir. Sokakta gezerken, gözlere kadar inen ve alnı da örten bir çarşafa bürünürler; gözlerin altından başlayan, burnu ve ağzı kapayan, başın arkasında düğümlenen bir diğer örtü de bütün yüzden ancak gözleri açıkta bırakır. Çıplak elle dolaşmaları ayıptır; elleri gizleyen gömlek ve ceketler giyerler".42

1678 yılının sonlarında İstanbul'da bulunan Hollandalı gezgin Cornelius De Bruyn (Corneille Le Bruyn), seyahatnamesinde kadın başlıkları çizimleri ve tanımlamaları yapar: "Kadınlar dışarı çıktıklarında feracenin yanı sıra, göze ondan daha hoş gelen ve kirkie43 denilen başka bir şey daha kullanırlar; fakat bunun yerine, kışın çuhadan bir tür kürklü hırka ya da manto giyerler. Bunlar daha dardır; dar olan yenler bileğe kadar uzanır. Zenginler bunlara samurdan ve rengi daha siyah, daha pahalı olan bir samur türünden (Sibirya samuru) astar koydururlar. Bunun fiyatı 300-400 ekü kadardır".44 1640 tarihli narh defterinde, samur kafasının en alâsı 12.000, en aşağısı 4.000; samur paçasının en alâsı 11.000, en aşağısı 4.000 akça olarak belirlenmiştir.45

1696'da Paris'ten yola çıkan ve 26 yıl süren uzun bir gezi yapan Fransız gezgin François Aubry de La Motraye, 1699'da İstanbul'a gelir. İki ciltlik seyahatnamesinde, İstanbul'da kadınların sokağa çıkarken baştan ayağa kadar örtündüklerini, çuhadan uzun bir ferace giydiklerini, bu giysinin yenlerinin parmakların ucunu bile örtecek denli uzun olduğunu belirtir. Sokakta böylesine kapalı olan bu kadınların giysilerinin feracelerini çıkartır çıkartmaz bütün parlaklığıyla ortaya çıktığını söyler.46

Günümüze gelmiş yerli yazılı ve resimli kaynaklar, gezginlerin yazdıklarını ve çizdiklerini doğrular niteliktedir. TSMK H. 2132/4'te bulunan Başkentli Hanım betimlemesi, XVII. yy'ın ikinci yarısının şehirli, varlıklı kadın giyimine yetkin bir örnektir: Uzun bol yenli, topuklarına kadar inen bürüncükten gömleğinin etek uçlarından koyu pembe şalvarı görünür. Gömleğin üzerinde kalçalarına kadar inen, önden açık, seraserden iri hatayi-yaprak desenli, bordo renkli bir hırka vardır. Dönemin modasını yansıtan, yenleri dirseklerine kadar inen yeşil entarisinin önü açıktır; birit-ilik ibrişim düğmeler kalçalara kadardır ve tek düğme iliklidir. Değerli taşlarla bezeklenmiş bir tokası olan turuncu kemere, süslü bir hançer kını ve para kesesi asılıdır.47 Göğsünde bağladığı, kalçalarından aşağıya sarkan koyu sarı pelerin, kaynaklarda kapaniçe olarak geçen bir dış giyim çeşidi olabilir.48 Sarı papuçlarından Müslüman olduğu anlaşılan hanımın altı dar üstü geniş hotozu XVII. yy'a özgüdür ve Thevenot'nun tanımına uyar. Topkapı Sarayı Müzesi'nde bir örneği49 bulunan bu hotozun, arka bölümünden sarkan uçları püsküllü uzun enseliği, kırmızı üzerine siyah lale desenlidir.

1640 tarihli narh defterinde kadın kaftanları alacadan, feraceler çuhadandır. Boyu 161.5 cm, beli 59.5 cm, eteği 272 cm olan, toplam 287 cm'den dikilecek kemha pervazlı kadın feracesi 1450 akçedir. Aynı defterde yer alan, kemha pervazlı kadın feracelerinden, boyu 153 cm olan 1380 akçe; boyu 144.5 cm olan 1310 akçe; boyu 136 cm olan 1240 akçedir.50 Heft (yedi) renkli Karkaşone51 çuha, kemha pervazlı feracenin beli 59.5 cm, eteği 272 cm, boyu 161.5 cm olan 930 akçe; boyu 153 cm olan 895 akçe; boyu 144.5 cm olan 860 akçe; boyu 136 cm olan 820 akçedir.

XVII. yy'da kadınların ev giysileri geleneksel özelliklerini korumaya devam ederken, Osmanlı İmparatorluğu'nun gücüne koşut olarak, özellikle varlıklı hanımların süslü, gösterişli giysileri yeğledikleri, yerli ve yabancı sanatçıların resimlerinden; ayrıca yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. 1545-1659 yıllarına ilişkin Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri'nde Müslüman ve gayrimüslim kadınların muhallefatları konusunda bilgiler yer alır. 1605 yılının Ocak ayına ait bir belgeden, Defterdar Mustafa Efendi'nin kızı ve Perviz Çavuş'un eşi olan Meryem Hatun'un ölümü üzerine, varislerine bıraktıkları arasında; murassa altın kemer, gümüş paşmak, altın arakıyye, alaca ibrişim kuşak, atlas donluk, kakum postlu kırmızı atlas nimtane (yarım gömlek) ve tavşan postlu bir başka nimtane geçer.52 Mustafa Ağa'nın kızı Fatıma Hatun'sa 1636'daki ölümüyle, mor çuha ferace, kırmızı zıbun, beyaz tafta zıbun, nakışlı ve sırmalı uçkurlar, incili kuşak, erguvani kaftan, şamî alaca kaftan, kırmızı atlas kaftan, gümüş düğmeli incili çaprastlı mavi atlas kaftan, altın sorguç, altın enselik, incili kuşak, incili istefan53 bırakmıştır.54 Sahip oldukları bu giysiler, hanımların giyim-kuşama ve mücevhere verdikleri önemi kanıtlar.

İtalyan yazar ve gezgin Pietro della Valle, ülkesindeki arkadaşına 1615 yılında yazdığı mektupta, kadınların son derece gösterişli mücevherler taktıklarını, vücutlarını bu takılarla süslediklerini; altın düğmeler, çengelli iğneler ya da başka süsler gibi altın ya da mücevherle süslü olmayan giysilerden, sanki hiç yokmuş gibi, söz edilmediğine değinir. Yazar, Flaman bir ressamın Türk giysileri giymiş bir kadının tablosunu yaparken tanık olduğu sahneyi şöyle anlatır: "Bu kadın sade bir biçimde ve hiçbir takı taşımaksızın Türk giysileriyle resimlenmekteydi. Türk kadınlarının yazın yalnızca evde giydikleri ve benim birçok kez pencereden bakarken tanık olduğum bir giysiydi bu: Oldukça seyrek dokunmuş, şeffaf, bol kesimli, yerlere kadar uzanan, modaya göre süsü ve genişliği değişen bir yeni olan, bir tür beyaz gömlek. Bu açık renk kumaşın içinden, belden ayak bileklerine kadar gelen iç donu ve daha sık, daha sağlam, çeşitli renklerde alacalı bir kumaştan yapılmış çoraplar görünür. Omuzlardan bele hatta daha aşağılara kadar uzanan mavi satenden, kabaca pamuklu kumaşla astarlanmış bir iç gömlek giyerler. Bu iç gömlek güzellikleri bakışlardan gizlemek için göğsün altından iliklenen bir düğmeyle kapatılır; bele doğru daralan bir biçimdedir. Dar olan yenleri, kolun yarısını örtecek biçimdedir. Bu da gömleğin bileklere kadar inen bölümünün görülmesini sağlar. Kalçanın yarısına kadar güzel bir etki uyandıran pliseler yapılır. Fantezi saç biçimini, kollarına, bacaklarına, bellerine ve başka yerlerine taktıkları altın ve mücevherlerle, çekiciliği daha da artan bu kadınları eğer siz de görseydiniz, benim gibi bunlardan çapkın portreler yapma eğilimine kapılırdınız".55 Seyyah, İsmişam adlı, güzel olduğu kadar alçakgönüllüğüyle de dikkati çeken başka bir kadınınsa, daha fazla takı taktığını, iç gömleğinin üzerine geniş ve yerlere kadar uzanan, en ince kemhadan yapılmış hırka giydiğini yazar ve hırkayla ilgili ayrıntıyı aktarmadan geçemez: "Hırkayla birlikte giyildiğinde dar olan iç gömleğin yenleri, hırkanın kolları kadar uzundur. Ama hırkanın altına giyildiğinde, gereğinden fazla uzun olmaması için bileklere kadar katlanır".56

XVII. yy'ın ev giysisi hakkında, resimlerini gördüğümüz kadınların giysilerini tanımlayan bilgileri, 1639'da İstanbul'da bulunan Fransız Du Loir'dan alıyoruz: "Kadınlara gelince, hepsi, aynı erkekler gibi gömleklerinin altına, topuklarına kadar inen donlar giymektedirler; bunlar mevsimine göre kadife, yünlü, kenarı işli saten veya ince bir kumaştır. Ayrıca giupon57 denilen ve günlük ev giysisi olarak kullandıkları küçük bir pamuklu gömleği her zaman giyerler. Maddi durumu daha iyi olan kadınlar, ayrıca, İranlılara özgü bir gömlek daha giymektedirler; bütün kadınlar bu giupon'un üzerine, vücuda tam oturan bir hırka (ya da ceket) ve hırkanın üstüne beli iyice sıkan, karnın altında kavuşarak vücudu daha güzel gösteren, parlak gümüş veya altından, değerli taşlarla bezeli bir kemer sararlar. Bu hırka, tıpkı kemer gibi altın ve taşlarla süslü düğmelerle boyna kadar kapatılır, yalnızca göğüs bölgesinde baskı olmasın diye genişletilir; kemerlerine hançer takarlar".58

1655 yılının tanığı, Jean Thevenot'nun kitabındaki ev giysisiyle ilgili bölüm, 1639'da İstanbul'da bulunan Du Loir'daki tanımlamaların neredeyse aynıdır: "Kadınlar çıplak tenlerine iç don giyerler.

Bunlar topuklara kadar iner ve mevsime göre kadife, çuha, kemha, saten veya bezdendir. Sonra gömlekleri vardır ve üzerine pikeden giupon adını verdikleri küçük bir gömlekçik, onun üstüne de doliman giyerler. Gümüş yaldızlı veya altın levhalar ile süslenmiş, bazen taşlarla zenginleştirilmiş kemerlerini takarlar ve kemerlere küçük bir hançer iliştirirler. Başı örtmek için evde, kırmızı çuhadan yapılmış bir başlıkları vardır, bu tıpkı bizim gece başlıkları gibidir, fakat oldukça uzundur, onun üzerine tam ortasına incileri çepeçevre dikerler. Bu başlığı kulakları tamamen örtecek şekilde giyerler ve onu, alt kısmından, altın ve ipekten çiçekler işlenmiş, ince bezden yapılmış bir mendil ile bağlarlar."59

Hollandalı gezgin Corneille Le Bruyn, seyahatnamesinde kadınların başlıkları konusuna ayrıcalıklı bir yer vermiştir. Kitabındaki 210 gravürden 8 tanesi dışında hepsini "yaşamını tehlikeye atarak" kendisinin yaptığını belirten gezgin, tanımlarını yaptığı başlıkların gravürlerini de çizmiş, birçok gezginden farklı olarak, seyahatnamesinde İzmirli kadınlara da yer vermiştir. Hollandalı gezgin, erkekler gibi kadınların da, çıplak tenlerine şalvar giydiklerini, soylu ve eşi varlıklı hanımların değerli taşlarla bezeli kemerler, altın ve gümüş işlemeli broşlar taktıklarını yazar.60 Kadınların saç biçimlerini çok şaşırtıcı bulan gezgin, resimlerini çizdiği başlıkların tanımlarını da yapar: "Özellikle hanımlar, süslenme biçimlerinde kendilerine özgü bir yücelik ve ihtişama sahiptirler. Tarpous'ları61 başlarına, çeşitli renklerden olan ve altın ile gümüş kakmalı çok sayıda mendille tutturulmuştur, bunların arasına herkes olanaklarına göre her cins değerli taş takmaktadır. Bunun dışında süslemeye çeşitli çiçekler de eklenmektedir. Bu baş örtünme biçimi öyle bir tasarlanmıştır ki, bunu günlerce bozmadan takıp çıkarmak olasıdır. Daha sonra buna istedikleri biçimi verirler. Ama bunu yapmak için oldukça zaman harcarlar. Bu hotoz ağır olduğundan bazen taşımak sıkıntı verebilir. Dışarıda giydikleri beyaz giysi, seçkin kişiler söz konusu olduğunda altın şeritlerle uçlarından süslenir. Kışın erkekler gibi elbiselerine bir kürk de takarlar".62

Corneille Le Bruyn seyahatnamesinde, padişahın sarayındaki kadınlar konusunda, eline, kitabında sunduğu birkaç resim geçtiğini söyler ve devam eder: "Kalpak ya da kürklü başlık dışında Yahudi kadınlarda olduğu gibi yuvarlak büyük bir platin yer alır. Yalnız alın hizasında bu başlık aşağıdan yukarı doğru yükselir ve her iki yanında bir tüy vardır. Kulak hizasında iri siyah tüy buketleri göğüs hizasına kadar sallandırılır. Bu başlıkların bazılarının, daha önce anlattıklarıma benzeyen bağcıklı terpuşları vardır; bunlara her türden mücevher takılır. Sırf bu başlıkları süslemek amacıyla buket biçiminde altın çiçekler yapılır. Her çiçek buketinin ortasına da taşlar yerleştirilir. Karanfil ya da benzeri türden doğal çiçekler takan kadınlara da rastlanır".63

Fransız gezgini La Motraye, kadınların kendi dairelerinde özellikle altın ve değerli taşlar içinde parladıklarını, feracelerini çıkartır çıkartmaz giysilerinin bütün parlaklığıyla ortaya çıktığını, kemerlerindeki, terpuşlarındaki, gerdanlıklarındaki veya bileziklerindeki elmaslar, yakutlar, inciler ve diğer değerli taşların, elbiselerinin yapıldığı zengin kumaşlarla adeta yarıştığını söyler.64

XVII. yy'da, İstanbul'da, kendilerine "Çarşı Ressamları" denilen sanatçıların başlattıkları bir halk resmi geleneği yaygınlaşır.65 Çarşıda dükkanları olan, ısmarlanan konularda resimler yapan profesyonel halk ressamı olan bu sanatçıların yaptıkları albümler, müşterilerinin genellikle yabancılar olmasından dolayı yurt dışındaki müzelere ve koleksiyonlara dağılmış haldedir.66 Batılı ülkelere göre gizemli bir hava taşıyan Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kadınları, padişahın sarayında yaşayan görevlileri ve giyimlerini yansıtan bu albümler, resimlerin alt ya da üst bölümlerinde yapılan Fransızca ve İtalyanca açıklamalarla alıcısının ilgisini çekmekteydi. İstanbul Deniz Müzesi Kütüphanesi'nde 2380 demirbaş numarasıyla kayıtlı, 1645-50 yıllarına tarihlenen,67 kağıt üzerine suluboya, altın ve gümüş boyayla yapılmış albüm de çarşı ressamlarının ürünüdür. Kapağında ve ön sayfasında hiçbir açıklama bulunmayan, albümde 125 resim vardır; tek siyah çizgi çerçeveler içinde yer alan resimlerin, üstünde iki-üç satırlık, altındaysa tek sözcüklük İtalyanca, bazısında yine tek sözcüklük Osmanlıca açıklamalar yazılmıştır. 1952 yılında İstanbul Deniz Müzesi'ne gelmiş olan bu albümde, 19 kadın betimlemesi yer alır.

Yazılı ve resimli kaynakların verdiği bilgiler, saraylı hanımların mücevhere ve gösterişli ürünlere düşkünlüklerini kanıtlar. Bu ürünlerin sadık tüketicileri olan saray kadınları, Osmanlı-Venedik savaşlarının en yoğun günlerinde bile bu isteklerinden vazgeçmediklerinden, İtalya'dan yapılan nakışlı kumaş, kemha, ayna, vs. ithalatı azalmamıştır. Saraydan gelen talebi, İstanbullu gayrimüslüm tüccarlar yerine getirmiş ve bu işi sürdürmüşlerdir.68

Kalender Kalender Paşa tarafından hazırlandığı anlaşılan I. Ahmed Albümü'nde, bir metne bağlı olmayan günlük yaşamdan sahneler, devrin sosyal yaşamıyla ilgili minyatürler, tek kadın ve erkek figürleri, çeşitli yazı örnekleri yer alır. 1603-1618'e tarihlenen ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde B. 408'de kayıtlı olan albümdeki Haremde Düğün minyatüründe, ilkbahar çiçekleriyle dolu Hasbahçe izlenimi veren harem bahçesinde genç servi ağaçlarının arasında, havuz kenarında gelin-damat ve hizmetliler yer alırlar. Kompozisyonun tam ortasına yerleştirilen, içinde iki ördek yüzen selsebil tarzındaki havuzun sol tarafında çeşitli tef, cönk, ud çalan kadınlar ve ellerinde zillerle oynamaya hazır iki genç kız; sağ tarafında koltuğa yan yana oturmuş çift ve onlara hizmet eden cariyeler yer alır. Kadınların entarileri değişik renklerdedir fakat aynı modeldir. Yakasız önden açık, kısa yenli, yere kadar uzun olan entarilerin bazısı desenlidir. Hepsinin kollarından farklı renkte bir iç giysinin uzun kolları görülür. Kemerleri ve küçük koni biçimli tepelikleriyle harem kadınlarının giysileri, XVII. yy'ın ilk yıllarının saraylı kadın giysisi konusunda bilgi verir.

Sultan I. Ahmed'in (1603-1617) kızı Hanzâde Sultan'a ait, 1620-1625'e tarihlenen bir entari69 ve başlık,70 günümüze gelebilmiş az sayıdaki kadın giysilerindendir. Soluk gül kurusu, gezi71 kumaştan dikilmiş entarinin, bedeni oldukça dardır; önden açık, yakasız, kısa kolludur ve boyu 147 cm'dir. Erkeklerin giydiği entarilerin biçiminde dikilmiş ve yanlardan bele kadar daraltılarak, sultanın bedenine göre ayarlanmıştır. Bele kadar ibrişim düğme birit iliklidir. Yan dikişlerinde cepleri olan entarinin geniş dökümlü eteğinin önüne ve arkasına ikişer peş konmuştur. Yaka, kol, etek ve açık olan ön kısmının iç kenarları, kayısı rengi canfes kumaşla çevrilmiştir. İçi bele kadar ince beyaz pamuklu kumaşla astarlıdır; üstünde Hanzâde Sultan'a ait olduğunu belirten etiket vardır. XVII. yy'ın ilk yarısında kullanılan başlık, seraserden dikilmiştir; yüksekliği 24.2 cm, tepe çapı 8 cm, alt çapı 19 cm'dir. Avrupalı sanatçıların betimlemelerinde ve Osmanlı nakkaşlarının minyatürlerinde gördüğümüz başlık tipindendir. Etiketinde, "Hanzâde Sultan hazretlerinindir işte bu arakçine göre dikilsin dibası güzel olsun endamlı olsun" notunun bulunması, başlığın model olarak kullanıldığını ve aynı biçimde ipekli kumaşlardan sipariş verildiğini gösterir.72

Yüzyılın ortalarının saraylı kadın giysisine örnek olacak bir entari ve başlık, IV. Murad'ın (16231640) kızı Kaya İsmihan Sultan'a aittir. Atlas zemine damask dokulu, çiçek buketi de senli sarı-bej renkte ipekli kumaştan dikilen entari,73 küçük dik yakalı, önden açık, kısa kolludur ve boyu 119.3 cm'dir. Yan dikişlerinde cepler vardır ve peşli kesimlidir. Ön açıklığı, etek kenarları ve kol ağızları, kendi renginde ipekli canfesle astarlanmıştır. Entarinin beline kadar gelen, oldukça büyük, ibrişimden, armudî biçimli, 8 düğmesi vardır. Kaya İsmihan Sultan'ın kızkardeşi Rukiye Sultan'a ait, çok benzer özellikte bir başka entari, Saray koleksiyonunda bulunmaktadır.74 Kaya İsmihan Sultan'ın başlığı,75 yüzyılın ikinci yarısında, yerli-yabancı neredeyse tüm betimlemelerde görülen, yabancı gezginlerin tanımını yaptıkları, altı dar üstü geniş türden hotozdur. Altınlı seraser zemine, koyu kestane rengi stilize bitki motifli kumaştan dikilmiştir; yüksekliği 18 cm, üst çapı 20 cm, alt çapı 10.5 cm'dir. İçi mavi ince pamuklu kumaşla astarlanmıştır ve dik durması için kumaşın üzerine özel bir apre yapılmıştır.76

Genel çizgileriyle Osmanlı kadınının XVI.-XVII. yüzyıllardaki giyim tarzını vermeye çalıştık. Türklerin yerleşik düzene geçmeleri, Türk kadınlarının toplumsal konumuna ve giyim kuşam geleneğine bazı kısıtlamalar getirmiştir. Son derece hoşgörülü bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet Dönemi'nde kadınların katı kurallarla örtünmediklerine tanık olunur. XVI. yy.'nın başlarından itibaren kadın giysilerinde görülen kapalılık ve örtünme, XVII. yy'ın sonlarında Batılılaşma etkileriyle geleneksel çizgilerinden uzaklaşmaya başlar. XVIII.yy.'da hem sokak hem de ev giysilerinde Osmanlı klasik zevkinin özellikleri yanında yenilikler de kendini göstermeye başlar.1850'lere değin ayrıntılarda yeniliklere açık olan giyim tarzı, genel çizgilerde gelenekselliğini sürdürür. Geçiş döneminde Avrupa harçlarla süslenen kadın giysileri, 1875'ten sonra bütünüyle Batı karakteri kazanır ve dört yüzyıldır sürdürdüğü geleneksel çizgisini kaybeder.



1 Gürtuna, S., Osmanlı Kadın Giysisi, Ankara 1999.
2 Kafadar, C., "Tanzimat'tan Önce Selçuk ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar", Çağlar Boyu Anadolu'da Kadın, İstanbul 1993, s. 256; Tezcan, H., "Ferace", İslam Ansiklopedisi, C. 12, İstanbul 1995, s. 349-350.
3 Pakalın, M. Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1946, c. III. s. 606.
4 Giovanantonio Menavino Genovese'nin kitabının ilk baskısı 1548 tarihinde I Cinque libri della Legge, Religione, et la Vita de' Turchi; et della Corte, d'alcune guerre del Grand Turco adıyla basılmıştır. Bu kitabın üçüncü bölümü Costumi et la vita de' Turchi, adıyla 155'de yayımlanmıştır.
5 Menavino, 1548, s. 86-87 ve 1551, s. 84-85.
6 Postel, G., De la République des Turcs, Poitiers 1560, s. 12-14.
7 And, M., 16. Yüzyılda İstanbul, İstanbul 1993 s. 318; Yerasimos, S., Les Voyageurs dans l'Empire Ottoman (XIV. -XVI. siècles), Ankara 1991, s. 193; Peirce, L., Harem-i Hümayun, İstanbul 1996, s. 56.
8 Bassano, L. Z., Costumi et I Modi Particolari della Vita de' Turchi, Roma, 1545, s. 6-7 (Tıpkıbasımı yay. haz: Franz Babinger, München 1963).
9 Nicolay, N. de, Le Navigationi et Viaggi nella Turchia, Anversa 1576, s. 115, Reyhanlı, T., "Nicolas de Nicolay'ın Türkiye Seyahatnamesi ve Desenleri" Erdem, C. 5, S. 14, Mayıs 1989, s. 574.
10 Iorga, N., Les Voyageurs Français dans l'Orient Européen, Poitiers 1928, s. 34.
11 Reyhanlı, 1989, s. 586. Ayrıca, bu konuya örnek olacak ve içinde Türk kadınlarına da yer verilmiş bir albüm İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi'ndedir; Pietro Bertelli, Diversar Natianvm Habitvs, Padua 1591 (Envanter no: SRV F/1 29). İstanbul Deniz Müzesi'nde ise, 1626 tarihi taşıyan Osmanlı-Pers Krallığı Haritası'nın iki yanındaki sütunlarda, Nicolay'ın çizimlerinden esinlenmiş kadın resimleri vardır (Haritalar Bölümü, Demirbaş no: 1634).
12 And, 1993, s. 323.
13 Kütükoğlu, M., Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 345, çuha ya da çuka, çözgü ve atkısı yün yapağıdan iğrilmiş iplikten, düz renkte, havlı, tok bir kumaş çeşididir.
14 Akgündüz, A., Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul 1990, C. I, s. 413; Fatih Sultan Mehmed Dönemi'nde, Galata Gümrüğü'nden giren Firengi kumaştan, Kefe kemhasından, samurdan, vaşaktan, zerdevadan, çukadan ve bürüncükten 100 akçede 4 akçe gümrük alınması konusunda kanunname vardır.
15 H. Dernschwam, Tagebuch einer Reise nach der Konstantinopel und Kleinasien (15531555) nach der Urshrift in Fugger-Archiv, yay. haz: Babinger, München-Leipzig 1923, s. 132, 147; And, 1993, s. 194-196'dan.
16 Busbecq, Türk Mektupları (Çev: Hüseyin Cahit Yalçın), İstanbul 1934, s. 148.
17 Atasoy, N., "Topkapı Sarayı'ndaki Papuç ve Çizme Hazinesi", Türkiyemiz, 1971, s. 15. Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonundaki papuç ve çizmelerde, tabanları düz olduğundan kaymaması için bazılarında küçük kabaralar, bazılarında topuğun daha dayanıklı olmasını sağlayan, nalça denilen demir şeritler vardır.
18 Fresne-Canaye, P. Du, Le Voyage du Levant en 1573 (Yay: M. Hauser), Paris 1897, s. 76-79.
19 Salomon Schweigger, Reyssbeschreibung aus Teutschland nach Constantinopel u Jerusalem, Nürnberg 1608, tıpkıbasım; Neck, 1966, s. 202-204; And, 1993, s. 195, 224, 323'ten.
20 Moryson, An itinerary written by Fynes Moryson, Glascow 1907-1908.
21 Atasoy, 1971, s. 13 ve Tezcan, H., "Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Pabuçları", P Dergisi, 1997/5, s. 100; Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonunda mücevherli papuç kalmamışsa da, yüzeyi gümüşle kaplı, dar yüzüne mercanlar serpiştirilmiş kadın terliği (Env. no. 2/4461) ve ipekli kumaş üzerine küçük inciler işlenmiş kadın terliği (Env. no. 2/6531) vardır.
22 Reyhanlı, T., İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat (1582-1599), Ankara 1983 s. 73.
23 And, 1993, s. 196-198.
24 Çağman, F., -Tanındı, Z., Topkapı Sarayı Müzesi İslam Minyatürleri, İstanbul 1979, s. 60.
25 A.g.e., s. 61-62.
26 A.g.e., s. 60-61.
27 Tezcan, "The Imperial Robe Collection at Topkapı Palace Museum", Silks for the Sultans, Milan 1996, s. 18.
28 Atasoy, 1971, s. 16; saray koleksiyonundaki ayakkabı ve çizmeler son derece zengin bezenmişlerdir. Renkli deriden kesilmiş motifler bazen aplike tekniğinde, bazen de iki ayrı renkte kesilen motifin üst üste getirilmesiyle oluşan mozaik tekniğinde, fevkalade usta bir işçilikle yapılmıştır. Bu iki teknikte ve XVI-XVII. yy. üslubunda süslenen örneklerde rûmi, lotüs, lale, yaprak motifleri sık kullanılmıştır. Tezcan, 1997, s. 100; Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonundaki pabuçların çoğu, bükme kılabdanla (üzerine altın ya da gümüş alaşımlı tel sarılmış ipek iplik) iğne ardı olarak dikilmiştir, bu pırıltılı iplik ayrıca koncun etrafını da dolaşır. Dikişlerin bazen inci dizisini andırır biçimde, aralıklı ve kabarık dikildiği de olmuştur.
29 Menavino, 1548, s. 86-87 ve 1551, s. 84-85.

30 Bassano, 1545, s. 6-7 ve 1963, s. 19-22.
31 Reyhanlı, 1989, s. 578.
32 Bu albüm, Der Staats und Universitätsbibliothek (Bremen), Ms. or. 9'dadır; And, 1993, s.325'ten.
33 Jacopo Ligozzi'nin albümü, Gabinetto Disegni e Stampe degli Uffizi'de (Floransa) bulunmaktadır.
34 Fresne-Canaye, 1897, s. 79.
35 Tanındı, Z., Siyer-i Nebî (İslâm Tasvir Sanatında Hz. Muhammed'in Hayatı), İstanbul 1984, s. 32-33.
36 Tezcan, "Osmanlı Sarayının şıklığı", Vip, No: 24, 1993, s. 126.

37 Tezcan, 1996, s. 12.
38 Chalcondille, A., Histoire des Tvrcs, Paris, 1650, C. II, s. 39.
39 Çağman, Çağlarboyu Anadolu'da Kadın, İstanbul, 1993, s. 261.
40 Barkan, Ö. L., "İstanbul Saraylarına Ait Muhasebe Defterleri", Belgeler, C. IX, S. 13, Ankara 1979, s. 1-380.
41 Du Loir, Les Voyages du Sieur Du Loir, Paris, 1654, s. 184-185.
42 Thévenot, J., Relation d'un Voyage fait au Levant, Paris, 1665, s. 105-108; Yerasimos,1991, s. 123-125.
43 Bu konuda Türkçe ve Fransızca kaynaklarda bir bilgiye rastlayamadık, fakat söyleniş biçiminden Osmanlıca kaynaklarda sıkça geçen kürdiye olduğu düşünülebilir. Tezcan, 1996, s. 18; kürdiye: 1640 tarihli narh defterinde verilen ölçülere göre, uzun kollu, bedeni ve kolu fazla geniş olmayan bir cekettir. Saray kayıtlarında, mor çuhaya kaplı tilki kürklü kürdiye geçer.
44 Le Bruyn, C., Voyage au Levant, Paris 1725, C. I, s. 419-420.
45 Kütükoğlu, 1983, s. 166.
46 La Motraye, A. de, Voyages du Sieur de La Motraye en Europe, en Asie, en Afrique, La Haye, 1727, C. I, s. 254.
47 Atasoy, "Selçuklu Kıyafetleri Üzerine Bir Deneme", Sanat Tarihi Yıllığı IV, İstanbul 1971, s. 145; kemerlere çeşitli süslerin ve bazı eşyaların asılması geleneği, Orta Asya'da bulunan birçok Göktürk heykeliyle, VI-VIII. yy.'lara kadar inmektedir. İrepoğlu, G., "Rönesans'tan Günümüze Takı", Arredamento Dekorasyon, 1996, s. 89; Rönesans'ta bazı Avrupa ülkelerinde kadınların boyunlarına ve kemerlerine, gerekli eşyalarını astıkları, günümüze gelen resimli kaynaklardan anlaşılmaktadır.
48 Çağman, 1993, s. 264.
49 Envanter no: 13/791.
50 Kütükoğlu, 1983, s. 122.
51 A.g.e., s. 124; Fransa'nın Carcassonne bölgesinde üretildiği için bu adla anılan kumaş.
52 Barkan, Ö. L., "Edirne Askerî Kassamına ait Tereke Defterleri (1545-1659), Belgeler, C III, S. 5-6, Ankara 1968, No. 34.
53 İrepoğlu, 1996, s. 95, istefan; üst düzeydeki kadınların kullandığı, değerli taşlar ve incilerle süslü çelenk benzeri taçtır.
54 Barkan, 1968, No. 44.
55 Della Valle, P. Les Fameux Voyages de Pietro della Valle I-IV, Paris, 1670, C. 1, s. 81, 85.
56 A.g.e., s. 152-153.
57 Mantran, XVI. ve XVII. yy'da İstanbul'da Gündelik Hayat (Çev: M. Ali Kılıçbay), İstanbul 1991 s. 206, dn. 1'de şöyle geçmektedir: "Daha da kesin olarak cübbe (Arapçanın cubba'sından); Fransızcanın "jupan", "jupon" kelimeleri buradan türemiştir. "Kanımızca bu giysi, Osmanlıca kaynaklarda zıbun olarak geçen giysidir.

58 Du Loir, 1654, s. 184-185.
59 Thévenot, 1665, s. 123-125.
60 Le Bruyn, 1725, s. 109.
61 Gezginin duyduğu biçimde yazdığı sözcük, Farsça başlık anlamına gelen serpuş'tur ve yaygın olarak tarpuş, terpuş biçiminde de kullanılmaktadır.
62 Le Bruyn, 1725, s. 182.
63 A.g.e., s. 183-184.
64 La Motraye, 1727, s. 254.
65 And, "17. Yüzyıl Türk Çarşı Ressamları ve Resimlerinin Belgesel Önemi", 9. Milletlerarası Türk Sanatı Kongresi: Bildiriler, C. 1, Ankara 1995, s. 153.
66 A.g.e., s. 154, Venedik (Museo Correr'de ve Marciana'da), Floransa (Biblioteca Laurenziana'da), Paris (Bibliothèque Nationale'de), İngiltere (British Museum, British Library, Oxford'da), Berlin, Münih, Viyana, Stockholm, Leiden ve Varşova'daki kütüphanelerde çarşı ressamlarına ait çeşitli albümler vardır.
67 Çağman, 1993, s. 205.
68 Mantran, 1991, s. 206.
69 Topkapı Sarayı Müzesi, Envanter no: 13/294.
70 Topkapı Sarayı Müzesi, Envanter no: 13/792.
71 Kütükoğlu, 1983, s. 348; gezi, çözgüsü ipek ve iplik karışık sık dokunmuş hâreli kumaştır. Çözgüye göre atkı birkaç kat ipek, iplikle karışık ve bir arada dokunduğundan atkılar, ince çözgüler arasında kalın olarak fark edilir. Hâresi, dokunduktan sonra, iki kızgın mengene arasında ezerek ve sürterek yapılır.
72 Çağman, 1993, s. 263.
73 Topkapı Sarayı Müzesi, Envanter no: 13/751.
74 Topkapı Sarayı Müzesi, Envanter no: 13/795.
75 Topkapı Sarayı Müzesi, Envanter no: 13/791.
76 Çağman, 1993, s. 265.


AHMED REFİK, Onuncu Asr-ı Hicrî'de İstanbul Hayatı (1495-1591), İstanbul 1988.
, Onbirinci Asr-ı Hicrî'de İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul 1988.

AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, C. I, II, İstanbul 1990. AND, Metin, 16. Yüzyılda İstanbul, İstanbul 1993.
, "17. Yüzyıl Türk Çarşı Ressamları ve Resimlerinin Belgesel Önemi",

9. Milletlerarası Türk Sanatı Kongresi: Bildiriler, C. 1, Ankara 1995, s. 153-162.
ARAZ, Nezihe, "Eski Türk Kadın Kıyafetleri", Sanat Dünyamız, S. 19, Mayıs 1980, s. 12-14.

ATASOY, Nurhan, "Selçuklu Kıyafetleri Üzerine Bir Deneme", Sanat Tarihi Yıllığı IV, İstanbul 1971, s. 111-151.
, "Topkapı Sarayı'ndaki Papuç ve Çizme Hazinesi", Türkiyemiz, S. 5, Ekim 1971, s. 12-19.
, Türk Minyatür Sanatı Bibliyoğrafyası, İstanbul 1972.
, "Türk Giyim Kültüründe Devamlılık", Sandoz Bülteni, Ocak 1984, s. 12-18.

BARKAN, Ömer Lütfü, "Edirne Askerî Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659), Belgeler, C. III, S. 5-6, Ankara 1968, s. 1-479.
, "İstanbul Saraylarına ait Muhasebe Defterleri", Belgeler, C. IX, S. 13, Ankara 1979, s. 1- 380.

BASSANO, Luigi da Zara, Costumi et I Modi Particolari della Vita de' Turchi, Roma 1545 (Tıpkıbasımı yay. haz: Franz Babinger, München 1963).

BUSBECQ, O. G., Türk Mektupları (Çev: Hüseyin Cahit Yalçın), İstanbul 1934.

CENKMEN, Emin, Osmanlı Sarayı ve Kıyafetleri, İstanbul 1948.

ÇAÐMAN, Filiz, "Tanzimat'tan Önce Selçuk ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar: Katalog", Çağlarboyu Anadolu'da Kadın, İstanbul 1993.

ÇAÐMAN, Filiz-TANINDI, Zeren, Topkapı Sarayı Müzesi İslam Minyatürleri, İstanbul 1979.

ÇORLU, Salih Münir, "Osmanlı Tarihinde Kadın Kıyafetleri", Tarih Dünyası, S. 2, Ocak 1965, s. 178-181.

DU LOIR, Les Voyages du Sieur Du Loir, Paris 1654.

EVLIYA ÇELEBI, Evliya Çelebi Seyahatnamesi 1-15 (Çev: Zuhuri Danışman), İstanbul 1970.

FORLANI, Anna, "Jacopo Ligozzi nel Grand Serraglio", FMR-Mensile di Franco Maria Ricci, N: 1, Marzo 1982, Milano, s. 72-103.

FRESNE-CANAYE, Philippe du, Le Voyage du Levant en 1573 (Yay: M. Hauser), Paris 1897.

IORGA, Nicolas, Relations entre l'Orient et l'Occident, Paris 1923.
, Les Voyageurs Français dans l'Orient Européen, Poitiers 1928.

IREPOÐLU, Gül, "Osmanlı Minyatür Sanatında Klasik Dönem", Türk Kültüründe Sanat ve Mimari, İstanbul 1993, s. 73-87.
, "Osmanlı Sarayında Mücevher", Sanatsal Mozaik, Ekim 1996, s. 22-32.
, "Rönesans'tan Günümüze Takı", Arredamento Dekorasyon, 1996, s. 89-94.

KAFADAR, Cemal, "Tanzimat'tan Önce Selçuk ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar", Çağlar Boyu Anadolu'da Kadın, İstanbul 1993.

KOÇU, Reşat Ekrem, Türk Giyim-Kuşam Süslenme Sözlüğü, Ankara 1967.

KÜTÜKOÐLU, Mübahat, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul

LA MOTRAYE, Aubry de, Voyages du Sieur de La Motraye en Europe, en Asie, en Afrique, La Haye 1727.

LE BRUYN, Corneille, Voyage au Levant I-II, Paris 1725.

MENAVINO, Giovanantonio, I Cinqve Libri della Legge, Religione et la Vita de' Tvrchi et della Corte, d'alcvne Gverre del Grand Tvrco, Fiorenza 1548.
, I Costvmi et la Vita de' Tvrchi, Fiorenza 1551.

MUHARREM FEYZİ BEY, Eski Türk Kıyafetleri ve Güzel Giyim Tarzları, İstanbul 1932-1933.

NICOLAY, Nicolas de, Der Erst Theil von der Schiffart und Raisz in die Türckey und Gegen Orient, Nürnberg 1572.
, Le Navigationi et Viaggi nella Turchia, con sessanta figure, Anversa 1576.

PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I-III, İstanbul 1946.

REYHANLI, Tülay, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat (1582-1599), Ankara 1983.
, "Nicolas de Nicolay'ın Türkiye Seyahatnamesi ve Desenleri", Erdem, C. 5, S. 14, Mayıs 1989, s. 571-605.

SEVİN, Nurettin, Onüç Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış, Ankara 1990.
TANINDI, Zeren, Siyer-i Nebî (İslâm Tasvir Sanatında Hz. Muhammed'in Hayatı), İstanbul 1984.

TEZCAN, Hülya, "Ferace", İslam Ansiklopedisi, C. 12, İstanbul 1995, s. 349-350.
, "The Imperial Robe Collection at Topkapı Palace Museum", Silks for the Sultans, Milan, 1996, s. 10-30.
, "Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Pabuçları", P Dergisi, 1997, s. 91-104.

THÉVENOT, Jean, Relation d'un Voyage fait au Levant, Paris 1665.
, 1655-1656'da Türkiye (Çev: Nuray Yıldız), İstanbul 1978.
, Voyage du Levant (Yay. haz: Stéphane Yerasimos), Paris 1980.

ÜNVER, Süheyl, Geçmiş Yüzyıllarda Kıyafet Resimlerimiz, Ankara 1987.

VILLALON, Cristobal de, Viaje de Turquia, Madrid 1919.
, Kanuni Devri'nde İstanbul (Çev: Fuad Carım), İstanbul 1964.

YERASİMOS, Stéphane, Les Voyageurs de l'Empire Ottoman (XIV. XVI. siècles), Ankara 1991.
 

SiyahLi

Harbi Üye
Forum Üyesi
Katılım
2 Mayıs 2020
Mesajlar
3,512
Tepkime puanı
8
Takım
Beşiktaş
Teşekkürler
 
İçerik sağlayıcı "paylaşım" sitelerinden biri olan Harbimekan.Com Forum, Eğlence ve Güncel Paylaşım Platformu Adresimizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Harbimekan.Com sitesindeki konular yada mesajlar hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler için info@harbimekan.com yada iletişim sayfası üzerinden iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 3 Gün (72 Saat) içerisinde Forum yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacaktır.

Bu Site, Bilim ve Sağlık Haber Ajansı Üyesidir.

Yığıntı - 8kez - kaynak mağazam - Uğur Ağdaş